• BIST 8718.11
  • Altın 2242.741
  • Dolar 32.3254
  • Euro 35.1547
  • İstanbul 9 °C
  • Ankara 3 °C

Eskiyen Şeyler: Aşk ve Şiir

Coşkun Otluoğlu

Osmanlılara ait yirmi hasletten biri “kuvvet-i şiir” yani şiir yazmaktır. Muhteşem Kanunî Sultan Süleyman, kırk altı yıllık hükümdarlık döneminde ömrünün on yılı bizzat at üstünde savaşlarda, geri kalan ömrünün yirmi yılından fazlasını devlet işlerinde geçirdiğine göre üç bin şiir yazarak bu hasletin gerçekliğini gösteriyor. “Muhibbi” mahlası ile dile kolay üç bin şiir.

         Sultan I. Selim yani Yavuz Sultan Selim, Osmanlı’nın ve Türk Edebiyatının gelmiş geçmiş en önemli şairlerindendir. ”Selimi” mahlası ile kaleme aldığı sayısız beyit bulunmaktadır.

         Sultan IV. Murad ”Muradi” mahlası ile şiir yazar, ”Şah Murad” ismi ile saz ve söz besteleri yapardı. Sultan III. Selim yaşadığı dönemde Türk musikisine büyük katkılar sağlamış, yeni makamlar bulmuş ve besteler ortaya koymuştur. Sultan II. Mahmud ”Adli” mahlasıyla şiire, söz ve müzik besteleri ile de musikiye katkı sağlamıştır. Sultan Abdülaziz saz ve sözlü besteleri ile Osmanlı hükümdarları arasında en önemli isimlerdendi. Aynı zamanda yağlı boya tabloları ile de ünlüdür. Sultan Mehmed Vahdettin ekseriyeti şarkı olmakla birlikte 70’ten fazla bestenin sahibidir.

         Sultan II. Abdülhamid Han ise bestekâr olmamasına rağmen piyano çalar, Klasik Batı Müziği eserlerini iyi icra ederdi. Kendisinin opera tutkusunun bulunduğu da bilinmektedir.

         Medeniyetteki -ki buna ben İslam Medeniyeti diyorum- üstün estetik, sanat sadece edebiyatta var olan bir gerçeklik değil; şehirlerdeki mimari, devlet işlerindeki siyaset, aile ve toplum hayatındaki adab-ı muaşeret bu gerçekliğin ispatıdır.

         Şiirle arası iyi olanlar, hem edebiyatın güçlü yanlarını mesleki hayatları ile yoğuruyor, hem de üstün estetik bir sezgiyle hayatın bütün alanlarına sirayet eden duygusal yoğunluğu hayatın gerçekliği ile birleştiriyorlar.

         Sanat, edebiyat ve şiirden yoksun bir hayat; maddenin esiri haline gelmiş insan tekini gerçek iç benliğindeki fazilet ve asaletten uzaklaştırıyor. Edebiyat, hayatın gerçekliği ile birleşmediği sürece de çoğu kez onu yöneten diğer sebeplerle, tabiri caizse “ruhsuz” bir varlık haline dönüştürüyor.

         Kökler ve tarihi süreç bunu ispat ediyor. Kaçış yok.       

Teorik planda edebiyatın merkezinde kabul ettiğim aşk ve şiir, medeniyetin -ki bu İslam medeniyetidir- asıl unsurunu oluşturmalıyken hâkim medeniyet –ki buna Batı medeniyeti deniyor- bireyselliğin yanında bencilliğin, kendini beğenmişliğin, gücün ve sömürünün faydacılığı ile birleşince menfaate dayalı tüketimin esiri bir toplum oluşturduğu bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Burada aşktan ve şiirden söz etmek ne kadar mümkündür bilmiyorum. Yine de çaresiz olmadığımızı burada zikretmeliyim.

Gücün karşısında duracak yegâna şeyin, iman, aşk ve şiir olduğu bilgisinden başka bir şey bilmiyorum. Nitekim kökler bunu izah ettiği kadar ispat da ediyor;

         Şair Fuzûlî,

“Aşk imiş her ne var âlemde / İlm bir kıyl u kâl imiş ancak” yani günümüzün tabiriyle “Dünyada var olan gerçek şey aşktır; ilim ise sadece bir dedikodudan ibarettir.” derken teorik palında “aşk”ın vazgeçilemez önemini belirtmiş oluyor.

Mevlana: “Yaratıldı yaratılalı göklerin dönüşünü aşk dalgasından bil. Aşk olmasaydı dünya donar kalırdı." derken, Yunus Emre: “Evvel yer gök yoğ idi var idi aşk bünyâdı.” demektedir.

Durum göründüğü kadar basit, söylendiği kadar kolay değildir. Nitekim ünlü Tazarruname’de varlığın aslını arayan Sinan Paşa:” Aşk efsane ve efsun değildir. Aşk san'at-ı her dûn(aşağı, basit) değildir. Her aşk davası eden âşık olmaz; her muhabbetten dem uran sâdık olmaz. İlahî herkes merd–i aşk olmaz ve değme kalbde derd-i aşk bulunmaz. Aşk bir kimyadır¸ onun madeni can olur; aşk bir gevherdir onun mekânı kân olur. Aşk bir zevktir onun da şeydaları var; aşk bir hurûştur (coşma, coşkunluk)¸ onun da deryaları var." diyor.

Hızla değişen, yiten, eskiyen ve yerine yenisini koyan; hırpalayan, örseleyen, acımayan, güce itaat, menfaate boyun eğen bir insan tekinde aşkın mayasından, şiirin asaletinden, inancın zerresinden nasıl söz edebiliriz?

Hayatın gerçekleri karşısında aşk da şiir de kendi medeniyetinden uzaklaşarak diğerine ram oluyor. Yazının başında sözünü ettiğim tarihsel zenginlik zamana tutunamadan yok oluyor.

Kaçış yok. Direnmek gerek; iman, aşk ve şiirle.

 

Bu yazı toplam 1950 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 2
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Duyuru Gazetesi | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 02164912882 05323834739 Faks : 0216 4917113