Nobel Ödüllü Yazar Orhan Pamuk hakkında yazmanın kendine göre çeşitli engelleri ve riskleri olduğunu biliyorum.
Hepsinden önemlisi neticede bir patente sahiptir ki bu Avrupa marjinlidir. Buna Batı teminatlıdır demek istiyorum. Dolayısıyla Orhan Pamuk hakkında konuşmak veya yazmak biraz da Batı hakkında konuşuluyor veya yazılıyor demektir.
Orhan Pamuk, her ne kadar adı ve soyadıyla Türk’se de bakışıcısı ve ezik duruşuyla Batılıdır. “Babamın Bavulu”[1] adıyla basılan dört ödül konuşmasına millî bir bakış açısıyla bakıldığında bu göze çarpmaktadır. Bu konuşmalarda hatta biraz da Batı taklitçiliği vardır. Kendisi buna züppelik diyor.[2] Üstelik bu konuşmalardan birini yani Alman Yayıncılar ve Kitapçılar Birliği Barış Ödülü Konuşmasını bir kilisede yapmıştır.[3]
Almanya’da Türkiye’yi Şikâyet: Türkiye Bir Taşra
Öyle ya, Almanya’da konuşurken Almanya’ya sallayacak değil ya. Üstelik bir kilisede bir ödül konuşması gerçekleştirmektedir. Kendi ülkesini şikâyet edeceği yer bir ödül konuşması üstelik bir kilisede. Bu ödülü verenler bunu fırsata çevirmeli. Bir Türk tarafından Türkiye ve Türklerin ne kadar ezilmesi gerekiyorsa öyle. Oysa böyle bir ödülü alan bir Türk, her şeyi bir kenara koyarak önce orada kendi kimliği ile durmalıydı. Orhan Pamuk bunun aksine Türkiye’yi merkezden uzak bir taşra olarak değerlendirmiştir. Ama bunu gururla değil ezilerek dile getirmektedir. Babasının kütüphanesinde daha çok Paris’ten alınan batılı eserlerden söz ederken kendisinin “merkezden” uzak kalması dolayısıyla “eksik olma” duygusunu hissetme” ve “eksik yaşam endişesi de tabii ister resim yapmak olsun, ister edebiyat olsun, sanatçısına fazla ilgi göstermeyen ve umut da vermeyen bir ülkede yaşadığımı fazlasıyla bilmemdi.”[4] diyor.
Züppe Bulunan Kahramanlar
“Kendi ülkelerinin gerçeklerine kör oldukları için, züppe bulundukları için alay edilen, eleştirilen kahramanlarla doludur.” sözünü sarf ederken “kendi ülkelerindeki gerçekler” kimin umurundadır mesela? Bunu söylerken gerçekten kendi ülkelerinin sorunlarını dile getirerek bir çözüm mü üretiyorlar yoksa bu sorunlar dile getirilerek Batıya mı yaranmaya çalışılıyor? Hatta bu sorunları dile getirerek bir ayrışma mı?
Kürt ve Azınlıklar Sorunu
Mesela: “Bugün Kürtleri, azınlıkları, konuşulamayan tarihin karanlık noktalarını hayal etmeyen bir Türk romancısının eserinin de eksik kalacağını hissediyorum ben” derken “Avrupa birliğine inananlar, sorunun barış ile milliyetçilik arasında olduğunu bir an önce görmelidirler. Seçimimizi bu ikisi arasında yapacağız.”[5] diyerek ciddi bir çelişki içinde olduğunu fark etmiyor mu sanıyorsunuz?
Aslında bunun farkında. Ne var ki onun kendisi hakkında bizim farkında olduğumuzu fark etmiş değil. Çünkü üst perdeden yazdıkları ve dikte etmeye çalıştığını bilmediğimizi sanıyor. Ne de olsa patenti belli. Büyük bir yazar ve söyledikleri hep tutunacak ve bellenecek sanıyor.
Ama konu o kadar basit değil.
Çocukluktan Başlayan Hayranlık ve Eziklik
Avrupa’yı birbirine bağlayan şeylerin hatta “Avrupa, Batı dışındaki dünyada özgürlük, eşitlik, kardeşlik duygularını yeşerttiği için itibar bulabiliyor.”[6] Oysa dile getirdiği yerel sorunları bu açıdan ele almıyor. Zaten alamaz da. Batı eleştirisi de getiremez. Çünkü Orhan Pamuk daha çocukken babası Avrupa seyahatleri dönüşünde babasının eşyalarını karıştırırken yabancı ülke kokusundan haşlandığını dile getirerek farkında olmadan bir yaranma ve karmaşık psikolojiyi dile getirmiştir.[7]
Üstelik bu dile getirilişin birkaç cümle öncesinde “Türkiye’nin bitip tükenmez siyasi dertlerinin” olduğunu Nobel Edebiyat Ödülü Konuşmasında söylemektedir.
Ülkesinden Utanan Adam
Yine Avrupa’nın kapısını çalan bir ülkeden geliyor olmanın “utancından” bahseder. [8]
Herkes de bilir ki karmaşık psikoloji dediğimiz aşağılık psikolojisinin bütün unsurları Orhan Pamuk’un konuşmalarının satır aralarında gizlidir. Bu psikoloji kişinin bazı yönlerden kendini diğerlerinden aşağı hissetmesine neden olan karmaşasına verilen addır. Orhan Pamuk’un kendi eserlerini var etme gayesi ile yaşadığı ülkenin gerçeklerini Avrupa karşısında özellikle aferin bekler gibi bu törenlerdeki konuşmalarda gündeme getirmesi yetkin bir sanatçıdan beklenmeyecek davranış biçimidir.
“Okuru Az, Yoksul Ülke”
Yine aynı konuşmada babasının aslında bir şair olmak istediğini ama okuru az yoksul bir ülkede şiir yazıp edebi bir hayatın zorluklarını yaşamak istemediğinden Valery’yi Türkçe’ye çeviren babasının şair olmadığını dile getirmiştir. Gerçi kendisi de yirmi üç yaşına kadar ressam olabilmek için uğraş verdiğini ve ressam olamayacağını anlayınca romancı olmaya karar verdiğini müteaddit defalarca dile getirmektedir. Demek ki şikâyet edilen ülkede yazar olunabiliyormuş hatta Nobel Ödülü ve diğer ödülleri de alabiliyormuş. Bu yargılarda da ciddi çelişkiler var ancak bu yazıda bunun üzerinde durulmayacak. Ancak şu kadarını burada zikretmelidir ki daha 17. Yüzyılda Katip Çelebi tarafından kaleme alınan Keşfü’z-zunûn’da[9] 15.000 kitap, 10.000 kadar yazar ve 300’den fazla ilim dalından bahseden kitaplar vardır. Kaldı ki bu 17. Yüzyıldır. Orhan Pamuk’un bunları söylediği çağdan 300 yıl öncedir. Ve 300 yıl daha bu milletin tarihinde ilim, sanat, edebiyat ve tarih alanında üretilen eserleri siz hesaba katın. Öyleyse kendi ülkesini bu kadar küçümseyecek ve Batılıların karşısında ezik bir tarza girmesinin temel nedeni Türkiye’deki “aydın probleminin” somut bir göstergesi olarak Orhan Pamuk’tur.
Deprem Bahanesiyle New York Times'a Yazdı
Orhan Pamuk ki New York Times'a, tabii bir afet olan 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli deprem için Türkiye’yi alçaltıcı bir yazı yazarken iki yıla yakındır Gazze konusunda bir tek açıklaması bile yoktur.
Gazze Hakkında Bir Tek Sözü Yok
Üstelik 3 Kasım 2023’te Mersin Kent Ödülü alırken –Gazze’ye oldukça yakın!– bu kentteki konuşmasında İsrail’in katliamları nedeniyle tek söz etmemiş, hatta alay eder gibi yine babasının yazarlığı üzerindeki etkisi üzerine konuşmuştu.[10]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.